BAKARA 7 |
خَتَمَ
اللّهُ
عَلَى
قُلُوبِهمْ
وَعَلَى سَمْعِهِمْ
وَعَلَى أَبْصَارِهِمْ
غِشَاوَةٌ وَلَهُمْ
عَذَابٌ
عظِيمٌ |
7. Allah kalplerine de
kulaklarına da mühür vurmuştur. Gözleri üzerinde perde vardır;
onlar için büyük bir
azap da vardır.
Bu buyruk ile ilgili
açıklamalar on başlıkta ele alınacaktır.
1- Kafirin Mühürlü Kalbi ve Kafir
Kalplerin Diğer Nitelikleri:
2- Mühürlemek Nasıl Olur?
3- Allah'ın Hidayet, Dalalet, Küfür ve
imanı Yaratması ve Kaderiyye:
4- Kalp:
5- Kalbin Diğer Organların Amelinden
Etkilenmesi:
6- Kalbin Diğer Adları:
7- Kulaklar ve Gözler:
8- Gözlerin Çoğul Gelmesinin Sebebi:
9- Perde:
10- Kafirlere Azap:
1- Kafirin Mühürlü
Kalbi ve Kafir Kalplerin Diğer Nitelikleri:
"Allah ... mühür
vurmuştur." Yüce Allah, bu ayet-i kerimede onların iman etmelerine neyin
engel olduğunu: "mühürvurmuştur" buyruğu ile açıklamaktadır. (...)
kelimesi birşeyi mühürlemek için kullanılan (...)'dan mastardır. Mühürlenen
şeye (...) denilir. Mübalağalı ifade etmek istendiği takdirde de (...)
kullanılır. Anlamı birşeyi örtmek ve bir başka şeyin üzerine girmemesini
sağlamak kastıyla emin olunacak hale getirmek demektir. (Hatimel kitabe vel
babe) kitabı (mektubu) ve kapıyı mühürledi ve benzeri ifadeler de buradan
gelmektedir. Bununla onun ağzına başka birşeyin ulaşması ve içine
muhteviyatından başka birşeyin konulması önlenmek istenir.
Meani alimleri şöyle
demiştir: Yüce Allah, kafirlerin kalplerini on nitelik ile nitelemiştir: Hatm
(mühürlemek) tab' (damgalamak) dik (darlık), maraz (hastalık), reyn (kabuk
bağlamak), mevt (ölüm), kasavet (katılık), insiraf (haktan yüzçevirmek),
hamiyet (taassub) ve inkar.
İnkara dair şöyle
buyurmaktadır: "Onların kalpleri inkar edicidir. Ve onlar (büyüklük
taslayan) müstekbirlerdir. "(en-Nahl, 22)
Hamiyete dair de şöyle
buyurmaktadır: "Hani kafirler kalplerine hamiyeti rtaassub ve kibiri)
cahiliyye hamiyetini koymuşlardı. "(el-feth, 26).
İnsiraf (yüz çevirmeye)
dair de şöyle buyurmaktadır: "Ve sonra yüzçevirip giderler. Allah da
onların kalplerini ters çevirmiştir. Çünkü onlar anlamayan bir toplulukturlar.
"(et-Tevbe, 127)
Kasavet (katılık)
hakkında da şöyle buyurmaktadır: "Allah)ı zikretmekten (anmaktan
yüzçevirdikleri için) kalpleri kaskatı olanların vay haline. '' (ez-Zümer, 22);
"Bundan sonra yine kalpleriniz taş gibi katılaştı.'' (el-Bakara, 74)
Mevt (ölüm) ile ilgili
olarak şöyle buyurmaktadır: "Bir ölü iken kendisini dirilttiğimiz ...
"(el-En'am, 122); "Daveti kabul edenlerancak dinleyenlerdir. Ölüleri
ise Allah diriltecektir.'' (el-En'am, 36)
Reyn (günahların kalbi
örtmesi) hakkında da şöyle buyurmaktadır: "Hayır, aksine onların
kazandıkları kalplerini örtmüştür.'' (el-Mutaffifin, 14)
Maraz (hastalık)
hakkında da şöyle buyurmaktadır: "Kalplerinde hastalık vardır.''
(el-Bakara, 10)
Dik (darlık) hakkında da
şöyle buyurmaktadır: "Kimi de dalalette bırakmak dilerse orum da göğsünü
daralttıkça daraltır. "(el-En'am, 125)
Tab' (damgalama)
hakkında da şöyle buyurmaktadır: "Bunun için de kalplerine damga vuruldu.
Bu yüzden onlar anlamazlar. '' (el-Munafikun, 3); "Bilakis Allah)
inkarları yüzünden kalplerinin üzerini damgalamıştır.'' (en-Nisa,155)
Hatm (mühürlemek)
hakkında da bu ayet-i kerimede: "Allah kalplerine ... mühür
vurmuştur." (el-Bakara 7) diye buyurmaktadır,
Bütün bu buyrukların
yeri geldikçe -yüce Allah'ın izniyle- açıklamaları da yapılacaktır.
2- Mühürlemek Nasıl
Olur?
Mühürlemek;
açıkladığımız gibi hissedilir ve maddi olabileceği gibi, bu ayette geçtiği gibi
manen de olabilir. Kalplerin mühürlenmesi Yüce Rabbimiz hak Teala'nın
hitaplarının anlamını kavramamak ve ayetleri üzerinde düşünmemektir, Kulakların
mühürlenmesi ise, kendilerine okunduğu zaman Kur'anı Kerim'i anlamamaları ya da
Yüce Allah'ın vahdaniyyetini kabule çağrıldıkları zaman çağrıyı anlayamamaları
demektir. Gözlerin mühürlenmesi ise, Allah'ın yarattıklarına ve san'atının
hayret verici yönlerine dikkat etmemek, onlara ulaşamamaktır. İbn Abbas, İbn
Mes'ud, Katade ve başkalarının bu ayeti kerime ile ilgili açıklamalarının ifade
ettiği mana budur,
3- Allah'ın Hidayet,
Dalalet, Küfür ve imanı Yaratması ve Kaderiyye:
Bu ayet-i kerimede
hidayeti, dalaleti, küfrü ve imanı Yüce Allah'ın yarattığının en açık bir
delili, en anlaşılır bir ifadesi vardır, İşitenler ibret alınız; düşünenler
hayret ediniz; şu kendilerinin iman ve hidayetlerini yarattığını söyleyen
Kaderiye'nin akıllarına! ... Mühürlemek, tab'etmek (damgalamak)ın kendisidir.
Kalplerine, kulaklarına mühür vurulmuşken, gözleri üzerinde perde çekilmişken,
gayretlerini ortaya koysalar dahi imanı nerede bulabilecekler, ne zaman
hidayeti elde edebilecekler? Onları saptırmış, sağır etmiş, gözlerini kör
etmişken, Allah'tan başka onlara kim hidayet verebilir? "Allah kimi
saptırırsa artık ona hidayet verecek hiçbir kimse yoktur" (er-Rad, 33)
Allah'ın bu yaptığı saptırdığı ve yardımsız bıraktığı kimse hakkında adaletin
kendisidir. Zira o saptırdığı kimsenin lehine herhangi bir hak gerçekleşmiş
olup da Allah o hakkı o kişiden alıkoymuyor ki adalet niteliği zail olsun.
Aksine onlardan alıkoyduğu şey kendilerine ihsan etmek imkanına sahip bulunduğu
lütfu ve keremidir. Yoksa onlar için hak olan birşeyi onlardan esirgemiş
değildir.
Kaderiyye: Mühür
vurmanın, damgalamanın, perdelemenin anlamı, adlandırmak, hüküm vermek, onların
iman etmeyeceklerini haber vermektir. Yoksa bunun fiilen yapılması değildir;
dese; Cevabımız şu olur: Bu tutarsızdır. Çünkü mühürlemenin ve damgalamanın
hakikati kalbin kendisi sebebiyle mühürlenmiş ve damgalanmış hale geldiği
fiildir. O bakımdan bu işin gerçek mahiyetinin adlandırmak ve hüküm olması
düşünülemez. Çünkü: "Filan kişi mektubu damgaladı ve mühürledi"
denildiği takdirde bu, hakikatte o mektubun kendisi sebebiyle damgalanmış ve
mühürlenmiş hale geldiği fiildir. Yoksa öyle bir adın verilmesi ve öyle bir
hükmün verilmesi değildir. Dilciler arasında bu hususta herhangi bir görüş
ayrılığı yoktur. Diğer taraftan ümmet şanı Yüce Allah'ın kafirlerin küfürlerine
bir ceza olmak üzere, kafirlerin kalplerini mühürlemek ve damgalamakla kendi
Yüce zatını nitelendirdiği üzerinde icma etmişlerdir. Nitekim Yüce Allah şöyle
buyurmaktadır: 'Hayır Allah küfürleri yüzünden kalplerini damgalamıştır.
"(en-Nisa, 155)
Ümmet, kafirlerin
kalplerinin peygamber, melekler ve müminler tarafından mühürlenip
damgalanmasının imkansız olduğu hususunda icma etmişlerdir. Eğer mühürleyip
damgalamak, adlandırmak ve hüküm vermekten ibaret olsaydı, bu işin peygamberler
ve müminler için imkansız olmaması gerekirdi. Çünkü hepsi de kafirleri kalpleri
mühürlenmiş ve damgalanmış olarak adlandırırlar, onları dalalet içerisinde iman
etmeyenler olarak bilirler ve bu hususta onlar hakkında hüküm verirler.
Böylelikle mühürlemenin ve damgalamanın hüküm ve adlandırmadan farklı bir mana
ifade ettiği kesinlik kazanmış olur. Bu şanı Yüce Allah'ın kendisi sebebiyle
iman etmeyi engellediği, Allah'ın kalpte yarattığı bir manadır. Bunun delili;
Yüce Allah'ın şu buyruklarıdır: "Biz böylece onu günahkarların kalplerine
sokarız. Onlar buna inanmazlar." (el-Hicr, 12-13); ''Halbuki Biz, onu
anlamasınlar diye kalplerine perdeler ... koyduk" (el-En'am, 25) ve
benzeri başka buyruklar.
4- Kalp:
" .... kalplerine
.... " buyruğunda kalbin bütün organlardan üstün olduğunun delili vardır.
Kalp, insan hakkında ve başkaları hakkında da kullanılır. Herşeyin arısı ve en
şerefli bölümü o şeyin kalbidir. Kalb düşünce ve fikir yeridir. Kelime asıl
itibariyle birşeyi başlangıcına doğru döndürüp çevirdiğimiz takdirde
kullanılan: "(kelebtu'ş-şey, eklibihi) o şeyi çevirdim, çeviriyorum,
döndürüyorum"dan mastardır. Kabı- yüzüstü döndürdüğümüz takdirde şöyle
(...) denilir. Daha sonra bu lafız asıl manasından hareketle canlının en
şerefli olan şu organına ad olmuştur. Buna sebep ise oraya gelen düşüncelerin
çok hızlı gelmesi ve dönüp durması, evirilip çevirilmesidir. Nitekim şöyle
denilmiştir:
"Kalbe kalp adının
verilmesi onun evrilip çevirilmesinden dolayıdır. O bakımdan kalbin için
döndürülmekten ve çevirilmekten sakın."
İşte araplar bu masdarı
bu şerefli organın adı olarak kullanmaya başladığından dolayı, başındaki kaf
harfini kalın okuyarak kendisi ile kelimenin aslı arasında fark olduğunu
göstermek istemişlerdir. İbn Mace'nin Ebu Musa elEş'ari'den rivayetine göre,
Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Kalbin misali geniş bir arazide
rüzgarların evirip çevirdiği bir tüye benzer." İşte bu anlam dolayısıyla
Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Ey kalplere sebat veren Allah'ım, Senin
itaatin üzre kalplerimize sebat ver." Peygamber (s.a.v.) kadrinin
büyüklüğüne, makamının yüceliğine rağmen böyle buyurduğuna göre, ona uyup bizim
bu şekilde dua etmemiz öncelikle sözkonusu olmalıdır. Yüce Allah da şöyle
buyurmaktadır: "Bilin ki Allah kişi ile kalbi arasınagirer.'' (el-Enfal,
24) Buna dair açıklamalar ileride gelecektir.
5- Kalbin Diğer
Organların Amelinden Etkilenmesi:
Organlar her ne kadar
kalbe tabi ise de -onların başkanı ve hükümdarı olmasına rağmen- kalp
organların işlediklerinden etkilenir. Çünkü zahir ile batın arasında bir ilişki
vardır. Peygamber (s.a.v.) de şöyle buyurmaktadır: "Kişi doğru söyler.
Bunun üzerine onun kalbine beyaz bir nokta konur. Yine kişi bir yalan söyler ve
bunun sebebiyle kalbi kararır."
Tirmizı'nin Ebu Hureyre'den
rivayet ettiği ve sahih olduğunu belirttiği hadis-i şerifte de şöyle
buyurulmaktadır: "Kişi bir günah işlediği takdirde kalbi kararır. Eğer
tevbe ederse o zaman onun bu kalbi pürüzsüz olur." Daha sonra şöyle
buyurdu: "Yüce Allah'ın Kur'an-ı Kerim'de: "Hayır, bilakis onların
kazandıkları kalpleri üzerine bir perde çekmiştir.'' (el-Mutaffifin, 14)
buyruğunda sözünü ettiği "er-rayn" işte budur. Mücahid de der ki:
Kalp avuç gibidir. Her
bir günah sebebiyle ondan bir parmak kapanır. Sonra da üzerine mühür basılır.
Derim ki: Mücahid'in bu
sözü ile Peygamber (s.a.v.)'ın: "Şüphesiz vücutta bir et parçası vardır. O
düzelirse vücudun tümü düzelir, o bozulursa vücudun tümü bozulur. Dikkat edin o
kalptir." buyruğunda mühürlemenin gerçek anlamda olduğunun delili vardır.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Denildiğine göre, kalp
bir çeşit çam ağacına benzer. Bu aynı zamanda Mücahid'in sözünü
desteklemektedir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Müslim'in rivayetine
göre Huzeyfe şöyle demiştir: Resulullah (s.a.v.) bize iki hadis-i şerif söyledi
ki, bunlardan birisinin gerçekleştiğini gördüm ve şu anda ikincisini
beklemekteyim. O bize şunu anlattı: "Gerçek şu ki emanet yiğitlerin
kalplerinin köküne nazil oldu. Sonra Kur'an-ı Kerim nazil oldu ve Kur'an'ı da
öğrendiler sünneti de öğrendiler." Daha sonra bizlere emanetin
kaldırılmasından söz edip şöyle dedi: "Kişi uykuya dalar, kalbinden emanet
alınır. Geriye ufak bir nokta gibi onun izi kalır. Sonra bir daha uyur.
Kalbinden emanet yine alınır ve onun ufak kabarcık gibi bir izi kalır. Tıpkı
ayağın üzerine yuvarladığın bir kor ateşin deriyi kabartması gibi. Sen onu
kabarmış görürsün fakat içinde hiçbir şey yoktur. -Sonra ufak bir çakıl taşı
aldı ve onu ayağının üzerine yuvarladı- İnsanlar sabah olur alışverişe koyulurlar.
Hemen hemen hiç kimse emaneti yerine getirmez. O kadar ki Filan oğulları
arasında güvenilir bir kimse vardır, denilir. O kadar ki: Bu adam ne kadar
kibar, ne kadar akıllı denilir, halbuki kalbinde hardal tanesi ağırlığında
imandan eser yoktur. Bir zamanlar ben kiminle alışveriş yaptığıma aldırış dahi
etmezdim. Eğer bu kişi müslüman ise, (ve benim hakkım ona geçmiş ise) mutlaka
dinine bağlılığı sebebiyle onu bana geri getirecek, şayet o bir hıristiyan
yahut bir yahudi ise, onun başındaki kişi o hakkımı bana geri getirir idi.
Bugün ise, ben sizin aranızdan ancak filan ve filan ile alışveriş
yaparım."
Hz. Peygamber'in sözünü
ettiği şekilde: "Ufak bir eser" ve "kabarcık" deyip bunu
"ayağına yuvarladığın bir kor ateş gibi" diye açıklaması ve:
"Senin onu kabarmış görmen" ifadeleri bütün bunların kalbe, etki eden
ve hissedilir şeyler olduğunu göstermektedir. İşte mühürlemek ve damga vurmak
da böyledir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Hz. Huzeyfe'nin rivayet
ettiği şu hadiste de durum böyledir. Resulullah (s.a.v.)'ı şöyle buyururken
dinledim: "Fitneler kalplere tıpkı bir has ır gibi çubuk çubuk olarak
arzedilir. Hangi kalbe bu fitneler içirilirse, ona siyah bir nütke konulur. Ve
hangi kalp bunlara karşı çıkarsa ona beyaz bir nokta konur. Nihayet iki türlü kalp
ortaya çıkar: Birisi dümdüz kaya parçası gibi bembeyazdır. Gökler ve yer devam
ettiği sürece hiçbir fitnenin ona zararı olmaz. Diğeri ise, bulanık siyah ve
yana meyletmiş bir testiyi andırır. Hiçbir marufu maruf olarak bilmez. Hiçbir
münkere de karşı çıkmaz. Ancak kendisine içirilen hevayı bilir..."
6- Kalbin Diğer
Adları:
Bazan kalpten
"fuad' ile "sadr (göğüs)" diye de söz edilir. Yüce Allah şöyle
buyurmaktadır: "Biz onu senin kalbine (fuad) iyice yerleştirelim diye
böyle yaptık." (Furkan, 32); "Biz, göğsünü senin için genişletmedik
mil" (el-İnşirah, 1) Her iki buyrukta da onun kalbi kastedilmektedir.
Bazan kalp ile aklın da kastedildiği olur. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
"Muhakkak bunda kalbi olan ... kimse için elbette öğüt vardır.'' (Kaf, 37)
Burada kastedilen akıldır. Çünkü kalp çoğunluğun kabul ettiği görüşe göre aklın
yeri dir. Fuad kalbin yeridir, sadr ise fuadın yeridir. Doğrusunu en iyi bilen
Allah'tır.
7- Kulaklar ve Gözler:
İşitmeyi görmeye üstün
tutanlar Yüce Allah'ın: "Kulaklarına" buyruğunu, lehlerine delil
göstermişlerdir. Çünkü burada "kulaklar", "gözler"den önce
zikredilmiştir. Şanı Yüce Allah da şöyle buyurmaktadır: "De ki: Ne
dersiniz? Eğer Allah kulaklarınızı ve gözlerinizi alsa .... '' (el-En'am, 46);
"Size kulaklar) gözler ve gönüller verdi.'' (en-Nahl, 78) Bu görüşü
savunanlar der ki: İşitme ile altı yönden de idrak edilir. Aydınlıkta da
karanlıkta da idrak edilir. Fakat ancak karşı tarafta olanlar görülür ve ışık
ve aydınlık vasıtasıyla görmek mümkündür. Kelamcıların çoğunluğu ise görmenin
işitmeden üstün olduğunu kabul etmişlerdir. Çünkü işitme ile ancak sesler ve
sözler idrak edilir. Görme ile cisimler, renkler ve bütün şekiller idrak
edilir. Bunlar derler ki: Görme ile alakalı olanlar daha çok olduğundan dolayı
o daha üstündür. Ayrıca altı yönden görme ile idrakin mümkün olabileceğini de
kabul etmişlerdir.
8- Gözlerin Çoğul
Gelmesinin Sebebi:
Neden "gözler"
çoğul geldi de "işitme" tekil gelmiştir diye sorulacak olursa, şu
cevap verilir: Buna sebep bu kelimenin mastar olmasıdır. Çok hakkındada az
hakkında da kullanılır. Aynı zamanda "sem' (işitmek)" kendisi
vasıtasıyla işitilen organın da adıdır. Bu organa fiilin masdarı isim olmuştur.
Şöyle de denilmiştir: Burada "işitme" bir topluluğa izafe edildiğinde
dolayı bununla topluluğun işitmelerinin kastedildiği anlaşılmaktadır. Şairin şu
sözlerinde olduğu gibi: "O (uçsuz bucaksız) yollarda leşleri vardır
kusurlu develerin; kemiklerine gelince,
(üzerlerindeki etler
vahşi hayvanlar tarafından sıyrıldığından dolayı)
parlak ve beyazdır.
Derileri ise (güneşte suyu çekilmiş) kupkuru kesilmiştir." Şair burada
çoğul olarak "derileri" kastettiği halde"deri" kelimesini
tekil olarak kullanmıştır. Çünkü o topluluğun birtek derisinin olamayacağı
bellidir.
Bir başka şair de
benzeri bir durum hakkında şöyle demektedir: "Biz esir alınmışken
öldürülmeyi olmayacak birşey sayma Boğazınızda bir kemik vardır ve biz
kahrolduk."
Burda
"boğazlarınızda" kastediyor. Bir başka şairin şu sözleri de bunun
gibidir:
"Sanki o, kızmış
iki Türk'ün suratı gibidir Hızlıca atını sürüp mızrağı için hedef alan
gibi."
Burada "iki
yüz" kastettiği halde "iki Türkün suratı" demiştir. Çünkü iki
kişinin tek bir yüzü olmayacağı bilinen bir şeydir. Bunun misali gerçekten
çoktur.
Ayetin bu bölümü çoğul
olarak: "onların kulaklarına" şeklinde de okunmuştur. Anlamının
"işitme yerlerine" olması da muhtemeldir. Çünkü işitmeye mühür
vurulmaz .. İşitme yerlerine mühür vurulur. Bu şekilde muzaf hazfedilmiş ve
muzafun ileyh onun yerine kullanılmıştır. "Sem': İşitmek" dinlemek
anlamında da kullanılır. Bu bakımdan "senin benim sözlerimi dinlemen
hoşuma gider" anlamında (...) ifadesi kullanılır. Avcının sesine ve
köpeklerin havlamasına kulak veren bir öküzün durumunu anlatan Zu'r-Rimme'nin
şu beyiti de böyledir: "Uzaktan uzağa gelen sese büyük bir maharetle kulak
verdi O gizli sesi duymak için ve duyduğunda onun yalan yok, o bir
gerçekti."
(Sin harfinin esreli mim
harfinin de sakin okunması ile): "es-Sim'" şeklindeki kelime insanın
güzel bir şekilde sözkonusu edilmesi demektir. Yine kurdun sırtlandan olma
yavrusuna da "sim'" denir.
Burada (...) kelimesi
üzerinde vakıf yapılır. Buna karşılık (ğişavetun): perde" kelimesi mübteda
olarak merfudur ve ondan önceki ifadeler de haberdir. "Kalpleri"
buyruğu ile ona atfedilen kelimelerdeki zamirler şanı Yüce Allah'ın ezelden
beri iman etmeyeceklerini bildiği Kureyş kafirleri hakkındadır. Bunun
münafıklar, yahudiler hakkında olduğu söylendiği gibi bütün kafirler hakkında
olduğu da söylenmiştir. Çünkü bu daha geneldir.
Buna göre mühürlemek
kalpler ve kulaklar, perdelemek ise gözler hakkında sözkonusudur. Gişa, örtü,
perde demektir.
9- Perde:
Eğer örtüsü anlamına
gelen (...) tabiri de burdan gelmektedir. Birşeyi örtüp kapatmak için (...)
fiili kullanılır. en-Nabiğa der ki: "Zübyanoğullarına şanımı ne diye
sormadın? Saçları ağarmış ve kumara katılmayıp kavmiyle birlikte etlerinden
yiyen kimseyi duman örttüğü zaman."
Bir diğer şair de şöyle
demektedir: "Gözüm üzerinde perde varken seninle arkadaşlık ettim. Gözüm
açılınca kendimi parçalarcasına kınadım."
İbn Keysan der ki:
"Gişave" kelimesinin çoğulunu yapmak isterseniz, sondaki
"h" harfini hazfederek (sonu hemzeli) "ğişa" dersiniz.
el-Ferra, "edavi" gibi "ğeşavi" şeklinde yapılacağını da
nakletmiştir.
Burada bu kelime (...)
şeklinde nasb ile ve: "Ve gözlerine perde çekti" anlamında da
okunmuştur. O takdirde şairin şu sözlerine benzer: "Ben ona saman ve soğuk
su yedirdim."
Bir başka şair de buna
benzer şöyle demiştir: "Keşke senin kocan gitseydi Kılıç ve mızrak
kuşanmış olarak."
Burada önceki mısrada
anlam" ... ve ona su içirdim" şeklinde sonraki beyitte ise: "Ve
mızrak taşımış olarak" şeklindedir. Çünkü mızrak kuşanılmaz. el-Farisi der
ki: Normal genişlik ve tercih halinde böyle bir kullanım hemen hemen görülmez
gibidir. Buna göre bu kelimenin ref" halinde okunması daha güzeldir. O
takdirde aradaki "vav" harfi de cümlenin cümleye atfedilmesi olur.
el-Farisi der ki: Ben "el-Gişave"den gelen ve çekimi yapılan vav'lı
bir fiil bilmiyorum.
Müfessirlerden kimisi
şöyle demiştir: "Gişave: Perde" kulaklar ve gözler üzerindedir. Bu
durumda (...) kelimesi üzerinde vakıf yapılır. Başkaları da şöyle demiştir:
Mühürlemek hepsi hakkındadır. Gişave (perdelemek) ise mühürlemenin kendisidir.
Buna göre (...) kelimesi üzerinde durak yapılır.
el-Hasen de ğayn
harfinin ötreli okunması suretiyle (...) şeklinde okurken Ebu Hayve de o harfi
üstün olarak okumuştur. Ebu Amr'dan ise, (...) şeklinde masdarın aslına irca
ederek okuduğu rivayet edilmiştir. İbn Keysan der ki: Bunun (...) şekillerinde
okunması caizdir. Fakat en güzel okuyuş (...) şeklindedir. Araplar birşeyi
kapsamak, üzerinde olmak anlamında kullanılan herşey hakkında bu vezin ile bu
kelimeleri kullanırlar.
(...): İmame (sarık),
kinane (ok torbası), kilade (gerdanlık), isabe (başa bağlanan bez) ve benzeri
şeyler.
10- Kafirlere Azap:
Şanı Yüce Allah'ın:
"Ve onlar için" buyruğundan kasıt yalanlayan kafirlerdir. "Büyük
bir azap vardır" buyruğu ile de bu azabın niteliği belirtilmektedir. Azaba
örnek olarak kamçı ile vurmayı, ateş ile yakmayı ve buna benzer insana acı ve
ıstırap veren şeyleri gösterebiliriz. Kur'an-ı Kerim'de: "Ve mu'minlerden
birgrup onların azaplarına tanık olsunlar. "(en-Nur, 2) diye
buyurulmaktadır. Azab kelimesi, alıkoymak ve engellemekten türetilmiştir.
"Onu filan şeyden alıkoyarım ve engellerim" anlamında: (...) denilir.
Suyun tatlılığını ifade
etmek üzere "uzube" denilmesi de bundan ileri gelmektedir. Çünkü
suyun arılaşmak ve ona karışan şeylerin ayrılmasını sağlamak üzere kapta
alıkonulmak suretiyle tatlı olması sağlanmak istenir. Ali (r.a)'ın şu sözü de
böyledir: "yani hanımlarınızı dışarıya çıkmaktan alıkoyunuz"
demektir. Yine Hz. Ali'nin bir askeri birliği uğurlarken şöyle dediği
nakledilmektedir:
"Nefislerinizi
kadınları hatırlamaktan alıkoyunuz. Çünkü bu sizin gaza arzunuzu kırar."
Herhangi bir şeyden alıkoyduğun herkesi "azablandırmış olursun."
Meselde şöyle denilmiştir: "Andolsun ben sana engelleyici bir gem
takacağım." Yani insanlara yüklenmeni önleyecek bir engel takacağım, demektir.
Birşeyden imtina etmek anlamında (...) imtina etti, başkasını alıkoymak
anlamında da: "başkasını alıkoydu" denilir. Buna göre bu fiil hem
lazım (geçişsiz), hem de müteaddi (geçişli)dir. Azaba bu adın veriliş sebebi,
ona mahkum olan kimseden insan bedenine uygun gelen her türlü hayırın
alıkonulup engellenmesi, bunun zıddı olan şeylerin ise üzerine yağdırılması,
boşaltılmasıdır.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN